Yeni Antlaşma Işığında Nüfus Sayımı Vergisi
Yeni Antlaşma’ya geçerken ve bu uygulamayı Mesih’in ışığında değerlendirirken, öncelikle Yeni Antlaşma’daki karşılık gelen bir uygulamayla doğrudan bir bağlantı olmadığını anlamalıyız. Örneğin, Fısıh Bayramı ile Rabbin Sofrası ya da Buluşma Çadırı’ndaki kurbanlar ile Mesih ya da Kızıldeniz’den geçiş ile vaftiz arasında çeşitli bağlantılar görürüz. Ancak nüfus sayımı vergisi, doğrudan Yeni Antlaşma uygulamasına tekabül etmese de her şeye rağmen Mesih’in ışığında bir öneme ve dolayısıyla biz kiliseyle bir bağlantıya sahiptir.
Nüfus sayımı vergisi ile Yeni Antlaşma kilisesi arasındaki bağlantı, en nihayetinde Mesih’in Buluşma Çadırı’yla olan ilişkisinde yatmaktadır. Mimarisi ve sunularıyla Buluşma Çadırı, bu gölgelerin ve tiplerin tamamlayıcısı olan Mesih’e işaret ediyordu. Son birkaç bölüm boyunca bu bağlantıları açıkça gördük. Dolayısıyla Mesih ve kilise arasındaki bağlantıyı aklımızda tutarak, nüfus sayımı vergisinin İsrailliler’e antlaşma Rableri tarafından kurtarıldıklarını — bir bedel karşılığında satın alındıklarını — hatırlattığını kabul etmeliyiz. Nüfus sayımı vergisi İsrailliler’e kendilerini çok önemli ya da bir şekilde kurtuluşa layık görmemeleri gerektiğini hatırlatıyordu. Başka bir deyişle, gururlarını ve kibirlerini kontrol altında tutmaları için bir hatırlatmaydı. Nüfus sayımı vergisinin İsrail’in dikkatini kurtuluşlarına çevirmesi gerekiyordu. Aynı hatırlatmaları Yeni Antlaşma’da da Mesih’in bizim uğrumuza yaptığı fedakârlığın ışığında görürüz. Nüfus sayımı vergisi ilkesini Mesih’in kurban edilmesiyle bağlantılı olarak iş başında bulduğumuz birkaç nokta vardır.
Kurtarılmaya Layık Değiliz
Bazen yaşamlarımızın bir sayımını yaptığımızda, tabiri caizse, kalbimizde kolayca kibir duygusu kabarabilir. Ahlak anlayışımıza bakar ve bunu dünyanın ahlak anlayışıyla karşılaştırırız. Genelde yalan söylemeyiz, hile veya hırsızlık yapmayız. İtibarlı işlerde çalışırız, iyi notlar alan muteber çocuklarımız olur ve bir bütün olarak topluma olumlu katkılarda bulunduğumuza inanırız. Ancak televizyon haberlerinde suçluları gördüğümüzde ya da cinayet, tecavüz ve hırsızlık gibi suçları duyduğumuzda, bu tür günahların bizim için aşıldığını düşünürüz.
Örneğin bu durum özellikle emniyet teşkilatında çalışan Hristiyanlar için bir sorun teşkil etmektedir. “Ben tutukladığım insanlardan daha iyiyim” gibi bir tutum kolaylıkla benimsenebilir. İsa Mesih bu zihniyeti çok iyi açıklayan bir benzetme yapmıştır. Dua etmek için tapınağa giden iki adamdan söz etmiştir: “dindar” bir Ferisi ve hor görülen bir vergi görevlisi. “Dindar” Ferisi hayatının bir sayımını yaptı ve Tanrı’ya, gaspçılar, haksızlık yapanlar, zina edenler ya da tapınakta yanındaki hor görülen vergi görevlisi gibi olmadığı için şükretti. Ferisi kendi kendine, ‘Haftada iki gün oruç tutuyor, bütün kazancımın ondalığını veriyorum’ diye düşünüyordu. Öte yandan hor görülen vergi görevlisi, olduğundan daha fazla yaklaşmak istemiyor ve göğe bakmak için başını bile kaldırmıyordu. Tersine, Tanrı’ya, “Tanrım, ben günahkâra merhamet et” diye yalvararak göğsünü yumrukladı. İsa bize bu iki adamdan, ‘dindar’ Ferisi’nin değil, hor görülen vergi görevlisinin eve aklanmış olarak, yani Tanrı’nın gözünde doğru ilan edilmiş olarak döndüğünü söyler (Luka 18:10–14). Vergi görevlisi hayatının sayımını ya da dökümünü yapmak istemiyordu, çünkü onu kendi günahkâr çabalarının değil, yalnızca Tanrı’nın lütfunun kurtaracağını biliyordu.
Nüfus sayımı vergisi İsraillilere, onları diğer uluslardan ayıran şeyin güçleri ya da ahlâki doğrulukları değil, Mesih’in yaptığı iş aracılığıyla kurtuluş vaadiyle kendilerine verilen Tanrı’nın merhameti ve lütfu olduğunu hatırlattı. Tanrı küçük, çaresiz, güçsüz, dik başlı bir halka lütfunu gösterme nezaketini gösterdi — onları lütfu sayesinde esaretten kurtardı, başka bir nedeni yoktu.
Aynı şey bizim için de geçerlidir — gücümüz, zenginliğimiz ya da ahlâki doğruluğumuz nedeniyle değil, Tanrı Mesih’te bize merhamet gösterdiği için kurtarıldık. Pavlus sürekli olarak yaşamlarının bir değerlendirmesini yaptıkları ve birbirlerinden üstün olduklarına inandıkları için Korintlileri azarladı. Pavlus Korintliler’e açıkça şunu sordu: “Seni başkasından üstün kılan kim? Tanrı’dan almadığın neyin var ki? Madem aldın, niçin almamış gibi övünüyorsun?” (1. Korintliler 4:7). Pavlus Korintlilere, başkalarından üstün oldukları için değil, aşağı oldukları için seçildiklerini hatırlattı! Bu konuda Pavlus şöyle yazmıştır:
“Ne var ki, Tanrı bilgeleri utandırmak için dünyanın saçma saydıklarını, güçlüleri utandırmak için de dünyanın zayıf saydıklarını seçti. Dünyanın önemli gördüklerini hiçe indirmek için dünyanın önemsiz, soysuz, değersiz gördüklerini seçti. Öyle ki, Tanrı’nın önünde hiç kimse övünemesin. Ama siz Tanrı sayesinde Mesih İsa’dasınız. O bizim için tanrısal bilgelik, doğruluk, kutsallık ve kurtuluş oldu. Bunun için yazılmış olduğu gibi,”Övünen, Rab’le övünsün.” (1. Korintliler 1:27–31)
Bu nedenle İsrail’in kendi göstermelik güçleriyle değil, antlaşma Rablerinin kurtarışıyla övünmesi gerekiyordu. Aynı şekilde, tapınma için bir araya geldiğimizde, yaşamlarımızın sayımını ya da envanterini çıkardığımızda kendimizle övünemeyeceğimizi sürekli olarak hatırlatmalıyız. Aksine, sahip olduğumuz her şey Tanrı’nın Mesih’teki lütfundan kaynaklanmaktadır. Övüncümüz sürekli olarak Rab’de ve O’nun Mesih’te bizim için yaptıklarında olmalıdır.
Günahkârlığımızı ve Kurtuluşa Olan Ihtiyacımızı Hatırlatır
Nüfus sayımı vergisinin İsraillilere hatırlatması gereken bir başka şey de günahkârlıkları ve kurtuluşa olan ihtiyaçlarıydı. Nüfus sayımı vergisi yaşamları için bir kefaretti — başka bir deyişle, günah ve ölüm onlar üzerinde hak iddia ediyordu, ancak Tanrı onları kurtarmış ve esirgemişti, ancak bunun bir bedeli vardı. Kurtuluşlarının bedeli Fısıh kuzusunun kurban edilmesinde, Buluşma Çadırı’nın zorunlu kurbanlarında ve hatta nüfus sayımı vergisinde önceden bildirilmişti.
Kurtuluşumuz için ne kadar pahalıya mâl olan fedakârlığı — İsa Mesih’in fedakârlığını — kesinlikle biliyoruz. Elçi Petrus bize şöyle der: “…atalarınızdan kalma boş yaşayışınızdan altın ya da gümüş gibi geçici şeylerle değil, kusursuz ve lekesiz kuzuyu andıran Mesih’in değerli kanının fidyesiyle kurtuldunuz” (1. Petrus 1:18–19). Dolayısıyla her Rabbin Günü ibadette bir araya geldiğimizde, diğer pek çok şeyin yanı sıra, kurtuluşumuzun ne kadar pahalıya mâl olduğunu da hatırlarız.
Buluşma Çadırı’nı incelediğimiz süre boyunca gördüğümüz şeylerden biri de kurbanların ne kadar maliyetli olduğudur. İsraillilere günahlarını ve kurtuluşlarının ne kadar masraflı olduğunu hatırlatmak için birçok hayvan kesilirdi. Bu, belki de Mesih’in kurbanı bizden tarihsel olarak biraz uzakta olduğu için, kolayca anlayamayacağımız bir şeydir.
Kurbanı aşağıdaki şekilde düşünmemiz gerekir. İlahiyat fakültesinden bir profesör bir keresinde öğrencilerine ikâme edici kefaretin doğasını anlatmak istemişti. Sınıfa, çalışmalarının kalitesine bakılmaksızın sınıftaki herkesin ‘A’ alacağını duyurdu. Doğal olarak öğrenciler kolay bir not beklentisiyle şaşırıp heyecanlandılar. Fakat sonra profesör bir şart koştu. Sınıfın ‘A’ alabilmesi için bir kişinin öne çıkması ve sınıf adına gönüllü olarak ‘F’ alması gerekiyordu. Öğrenciler ilk başta profesörün şaka yaptığını düşündüler; ama şaka yapmıyordu. Sınıfa bir gönüllü bulmaları için bir günleri olduğunu, aksi takdirde hepsinin ‘F’ alacağını söyledi. Sonunda bir öğrenci öne çıktı ve sınıf arkadaşları adına ‘F’ almak için gönüllü oldu. Profesör hakir görüldü fakat sanırım tüm sınıf, ikame kurbanının ne kadar pahalıya mâl olduğunu yeni bir bakış açısıyla anlamış oldu.
Bırakın mahkûm edilmeye layık olanların yerine ölmek üzere kendi Oğlunu verme fedakârlığını, başkaları için böyle bir fedakârlıkta bulunmak isteyenlerin sayısı bile çok azdır. Hangimiz bir katilin, tecavüzcünün ya da hırsızın hapishaneden salıverilmesi ve sabıka kaydının sonsuza dek silinmesi için çocuklarımızdan birini feda etmeye istekli olur ki? Bu, Baba’nın ve Oğul’un bizim adımıza yaptığı fedakârlığın niteliğine dair yalnızca küçük bir ipucudur. Pavlus şöyle yazar: “Evet, biz daha çaresizken Mesih belirlenen zamanda tanrısızlar için öldü. Bir kimse doğru insan için güç ölür, ama iyi insan için belki biri ölmeyi göze alabilir. Tanrı ise bizi sevdiğini şununla kanıtlıyor: Biz daha günahkârken, Mesih bizim için öldü” (Romalılar 5:6–8).
Eğer kurbanımızın bedeli buysa, o zaman sürekli olarak ödenen bedel üzerinde düşünmeliyiz ki bu da davranışlarımıza yön versin. Yine Pavlus şöyle yazar: “Fuhuştan kaçının. İnsanın işlediği bütün öbür günahlar bedenin dışındadır; ama fuhuş yapan, kendi bedenine karşı günah işler. Bedeninizin, Tanrı’dan aldığınız ve içinizdeki Kutsal Ruh’un tapınağı olduğunu bilmiyor musunuz? Kendinize ait değilsiniz. Bir bedel karşılığı satın alındınız; onun için Tanrı’yı bedeninizde yüceltin” (1. Korintliler 6:18–20). Şeytan’ın, günahın ve ölümün köleliğinden kurtulduk ve yaşamın yeniliğinde yürümek üzere Mesih’le birlikte çarmıha gerildik ve dirildik. Kurtuluşumuzun yüksek bedelini, Mesih’in bizim uğrumuza sunduğu yüklü kefareti gerçekten anlayabilirsek, o zaman Tanrı’nın lütfunu günah işlemek için bir bahane ya da izin olarak kullanmayız. Aksine: “Bu nedenle bedenin tutkularına uymamak için günahın ölümlü bedenlerinizde egemenlik sürmesine izin vermeyin. Bedeninizin üyelerini haksızlığa araç ederek günaha sunmayın. Ölümden dirilenler gibi kendinizi Tanrı’ya adayın; bedeninizin üyelerini doğruluk araçları olarak Tanrı’ya sunun” (Romalılar 6:12–13).